banner
Köşe yazıları

OSMANLI’DA RAMAZAN

Kıymetli Okurlarım, Modern yaşamın gün geçtikçe hayatımızı yalnızlaştırarak sanala çevirdiği bu zamanlarda, büyüklerimizden “Ah! nerede o eski Ramazanlar” yakınmalarını hepimiz duymuşuzdur. Hakikaten neydi ki o eski Ramazanlar da böyle özlem..

OSMANLI’DA RAMAZAN
banner

Kıymetli Okurlarım,

Modern yaşamın gün geçtikçe hayatımızı yalnızlaştırarak sanala çevirdiği bu zamanlarda, büyüklerimizden “Ah! nerede o eski Ramazanlar” yakınmalarını hepimiz duymuşuzdur. Hakikaten neydi ki o eski Ramazanlar da böyle özlem duyardı büyüklerimiz? Belki de büyüklerimizin bahsettiği o eski Ramazanlar, Osmanlı’dan kalan geleneklerinin son demleri idi. Peki bugün unutulmuş olan Osmanlı Ramazan gelenekleri nelerdi? Bugün, Osmanlı’dan kalan ve neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bazı Ramazan geleneklerinden bahsedeceğim.

Kıymetli Okurlarım,

Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan, Osmanlı Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya sahip olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Ramazan’ı sadece bir dini vecibe olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir buluşma, bir dayanışma ve paylaşma zamanı olarak görmüştür. O dönemlerde Ramazan, sadece oruç tutma pratiği değil, aynı zamanda sosyal bir etkileşim, kültürel bir zenginlik ve toplumsal bir şölen olarak yaşanırdı. Şimdi sayfamızın elverdiği ölçüde Osmanlı’daki başlıca Ramazan geleneklerini ele alalım:

1- Ramazan Tembihnâmeleri

Ramazan ayının yaklaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle sarayda ve devletin çeşitli kademelerinde bir hareketlilik ve özel bir hazırlık dönemi başlardı. Bu mübarek ayın sorunsuz ve huzur içinde geçirilmesi amacıyla, gerekli tüm önlemler alınır ve tembihler yapılırdı. Padişahtan sadrazama, devletin üst düzey yöneticileri tarafından Hattı-ı hümayunlar aracılığıyla emirler yayınlanırdı. Bu tembihnâmeler, II. Mahmud zamanından itibaren Takvim-i Vekayi gazetesinde yer almaya başlamış ve aynı zamanda halka broşür şeklinde de dağıtılmıştır. Tembihnâmeler, sokaklarda halka, camilerde vaizler aracılığıyla cemaate, mahallelerde bekçiler vasıtasıyla sakinlere ve hanlarda işletmeciler tarafından çalışanlara duyurulurdu. Bu tembihnâmelerde halka; “Yemekler israf edilmesin, Yemekler dikkatle yapılsın, Kılık kıyafete dikkat edilsin, Din-i mübin-i İslam’a daha da bir kuvvetli bağlanılsın, Mesai saatleri iftara ve namaz vakitleri göz önünde bulundurularak ayarlansın, Gayr-i müslim tebaa rahatsız olmasın diye davulcular onların köylerinde davullar çalmasın vb”. gibi uyarılarda bulunulurdu.

2- Zimem Defteri

Ramazan ayında, zenginler çeşitli dükkanlara giderek “zimem” denilen, yani günümüz terimiyle veresiye defterlerini talep ederlerdi. Bu defterlerin kimi hayırseverler hepsini kimi hayırseverler ise birkaç sayfasını rastgele seçip, “Borçları silin, Allah razı olsun.” diyerek hayır işler, borçları öderlerdi. Böylece kimin borcu ödediği ya da borçlunun kim olduğu bilinmezdi, bu sayede yapılan iyilik gizli bir şekilde gerçekleştirilmiş olurdu. Veren kime iyilik yaptığını bilemediği için kibre kapılmaz, kimin yardım ettiği bilinmediğinden borcu silinen ihtiyaç sahibinin de onuru kırılmazdı.

3- Huzur Dersleri

Ramazan ayında, Osmanlı padişahının huzurunda gerçekleştirilen tefsir derslerine “Huzur Dersleri” adı verilirdi. Bu özel dersler, Ramazan’a ve Osmanlı sarayının geleneklerine özgüydü ve bir eğitmen (mukarrir) ile 7 ile 15 kişi arasında değişen bir dinleyici grubundan (muhataplar) oluşurdu. Eğitmen, ders anlatırken, dinleyiciler de konuları dikkatle dinler ve ardından tartışmaya açarlardı. Bu tartışmalar genellikle Kadı Beyzâvî’nin Tefsiri üzerine yoğunlaşırdı. Sultan III. Mustafa döneminde düzenli hale gelen ve 1759’dan itibaren her Ramazan ayı boyunca devam eden bu dersler, pazartesi ile perşembe günleri arasında, öğle ve ikindi namazları arasında yapılırdı. Dersler, ikindi namazı sonrası padişahın hareme çekilmesiyle sona ererdi. Huzur Dersleri, son Halife Abdülmecid’in dönemine kadar sürdürülmüştür.

4- Diş Kirası

Osmanlı toplumu, öyle naif, öyle düşünceli bir toplumdu ki iftar vaktinde büyük bir misafirperverlik göstererek evlerinin sokak kapılarını açık bırakır ve sokaktan geçen herkesi iftar sofralarına davet ederdi. Bu sayede, evlere rastgele gelen misafirler yemeğe katılır, meşhur Osmanlı şerbetleri ikram edilir ve yemeğin sonunda ev sahibi tarafından misafirlere “diş kirası” adı verilen bir miktar para verilirdi. Bu güzel gelenek, Fatih Sultan Mehmet döneminde sadrazam Mahmut Paşa tarafından başlatılmış ve asırlar boyu sürmüştür. Bu adetin manası, “Misafirim oldunuz, benim sevap kazanmam için zahmet edip yol yürüdünüz, yemek yerken dişlerinizi yordunuz, bu da sizin dişinizin kirası olsun.”

5- Mahyacılık

Ramazan ayının vazgeçilmez geleneklerinden biri de mahyalardır. 16. yüzyıla uzanan tarihiyle, İstanbul başta olmak üzere, zamanla Anadolu’nun birçok şehrine yayılan bu gelenek, özellikle iki minareli camilerde kendini gösterir. İlk mahyalar, Fatih Camii ve Beyazıt Camii gibi önemli ibadethanelerde asılmıştır. Mahyalar, Ramazan ayı boyunca insanları ibadete davet eden hadisler ve manevi değeri yüksek güzel sözlerle insanlara ışık tutardı. Akşamları, teravih namazına giderken gökyüzünde yıldız gibi parlayan mahyalar, büyük bir heyecan ve coşku yaratırdı. Osmanlı döneminde mahyacılık, zor ve emek isteyen bir iş olarak bilinirdi; çünkü bu mahyalar günümüzdeki gibi elektronik değil, elle hazırlanıp asılırdı. Mahyaların ışık saçması için içine yerleştirilen kandiller, iftardan teravihe kadar olan süre içinde yanar, bu kısa sürede insanlar bu eşsiz güzelliği görebilmek için sokaklara dökülürdü. O dönemden bazı mahya örnekleri “Ya Gâni, Ya Mabut, Ya Kâfî”, “Ya Şehr-i Ramazan”, “Ya Kerim”, “Allah”, “Bismillah”, “Elhamdülillah”, “Merhaba”, “Merhaba Ya Şehr-i Ramazan”, “Gufran Ayı”, “Safa geldin”, “Elveda Ya Şehr-i Ramazan”.

6- Ramazan Eğlenceleri

Osmanlı döneminde, Ramazan ayı adeta resmi bir şölen havasında geçerdi. Geceleri insanlar canlı tutarken, gündüzleri dinlenmeye ağırlık verilirdi. Sahur vaktine kadar süren eğlencelerde Karagöz, meddah, ortaoyunu gibi geleneksel gösteriler yer alır, yetenekli sanatçılar becerilerini sergilerdi. Sahura yaklaşırken başlayan davul ve mâni söyleme geleneği, Ramazan’ın tamamında devam ederdi.

Kıymetli Okurlarım,

Türk İslam kültürü, inancın yaşam tarzına adapte edilmesi konusunda zengin bir mirasa sahiptir. Bu kültür, İslam’ın temel inanç yapısını, ibadetlerini, ahlaki emir ve yasaklarını benimseyerek, bunları kendi coğrafyasının ve tarihinin özgün dokusuyla harmanlamıştır. Türk-İslam sentezi, dini ritüelleri ve günlük yaşam pratiklerini şekillendirirken, bölgenin sosyal, kültürel ve tarihi bağlamını dikkate almıştır. Bu, İslam’ın evrensel mesajının, yerel gelenekler ve adetlerle zenginleştirilerek uygulanmasına olanak tanımıştır. Örneğin, Türk İslam kültüründe ibadetler, sadece ritüel uygulamalar olarak görülmez; aynı zamanda toplumsal birliği, ahlaki değerleri ve kişisel gelişimi teşvik eden bir yaşam tarzının parçası olarak kabul edilir. Ramazan ayı, bu anlayışın belirgin örneklerinden biridir. Oruç tutma, iftar ve sahur gibi pratiklerin yanı sıra, Ramazan ayı boyunca yapılan yardımlaşma ve dayanışma faaliyetleri, kültürel etkinlikler bireyler arası bağları güçlendirdiği gibi toplumda birlik ve beraberlik duygusunu pekiştirmiştir.

 Emine Büşra Yılmazer

banner

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

banner


ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL


flf motor enerji bilişim ltd. şti. web yazılım tasarım ucuz çelik ev prefabrik site fiyat konteyner bungalov tiny house program web sayfası